Son Dakika
16 Mayıs 2024 Perşembe
10 Mayıs 2012 Perşembe, 23:22
Nilhan TURAN
Nilhan TURAN nilhankirdi@hotmail.com Tüm Yazılar

EĞİTİM NEDİR

  EĞİTİM NEDİR…

    Eğitim, bireyin doğumundan ölümüne kadar süren yaşamı boyunca gözlemle, denemeyle, sınamayla toplumun da onayından geçerek ulaştığı ve kabul ettiği davranışların tümünü kapsayan ve aynı zamanda ucu açık olan bir süreçtir.

    Eğitim en genel tanımıyla iki şekilde gerçekleşir.

    Birincisi; bireyin içinde yaşadığı topluma uyum sağlamak için kendi isteğiyle kazanmak istediği davranışlara ulaşma çabasını tanımlayan süreçtir. İkincisi ise; başkaları tarafından önceden saptanmış davranışların kasıtlı olarak bireye kazandırma ve kabul ettirme sürecidir.

    Bildiğiniz gibi doğal olarak her sistemin bir yaşam tarzı ve bireyi bu yaşam tarzına dahil etmek için elindeki araçları kullanarak uyguladığı bir eğitim sistemi vardır.

    Doğal toplumlarda ortak yaşamın gereksinimlerini karşılamak için kendiliğinden doğan ve bireyin ortak yaşama duyduğu saygı çerçevesinde gelişen eğitim sürecine karşın, egemenlerin doğal yaşamı ve bireyin doğal yaşama duyduğu saygıyı ortadan kaldıran ve zorlamalarla gelişen bir eğitim süreci vardır.

    Günümüzde dünya; parayı ve onun gücünü tanrılaştıran, ticareti ve kazancı bir ibadet haline getiren Kapitalist sistem tarafından yönetilmektedir. Bu sistemin ülkemizdeki ayağı da kendine has yöntemlerle yaşamın tepesine oturmuştur. Ticaretinin ve kazancının selameti için yarattığı ideolojinin eğitiminde; emeği, halkları ve inançları hiçleştirerek yaşamaktadır.     

    Resmileştirip tartışmalara kapattığı ideolojisinin istendik davranışlarını bireylere kazandırmak ve istediği sonucu almak için okul, sanat, bilim ve basın başta olmak üzere her türlü aracı kullanmaktadır.

    Egemenlerin ülkemizde kabuk değiştirerek geldikleri son yüzyıl, ben öldürüldüm diyen Ermenilerin, ben varım diyen Kürtlerin, inandığım gibi yaşamak istiyorum diyen Alevi ve Suni Müslümanların ve diğer inançların zulüm gördükleri yüzyıldır.

    Bireylere bu zulmü insanlığın bir erdemi gibi yutturan egemenler belli ki kendi sistemlerinin eğitiminde düşündüklerinin de üzerinde başarılı olmuşlardır.

    Eğer öyle olmasaydı, Dersim katliamında daha fazla ölüm için kurşun biriktirmeye beş Kürdü arka arkaya dizip bir kurşunla öldüren, yetmediğinde iki Kürdü sırtüstü yere yatırıp meşe ağacından yaptığı kazığı karınlarına çakarak o mazlumları toprağı tırmalaya tırmalaya ölüme yalvartan Trakyalı Osman Çavuşlar kahraman olur muydu?

    Eğer öyle olmasaydı, mevki ve makam sahibi bazı misyoner ‘bacıların’ Bingölün, Munzurun, Cudinin kızlarını, kardelenlerini kendi köklerinden, dillerinden, inançlarından koparıp Ankaranın bozkırında yeşertme ve devşirme çabaları bir merhamet, bir inayet sayılır mıydı?

    Eğer olmasaydı, Zilan Vadisinde toplu katliamda öldürülen annesinin boş memelerini dişleyerek hayata tutunmaya çalışan bebeği ‘yazık bu çocuk açlıktan ölecek’ deyip kolundan tutarak Van Gölünün sularına gömen askerin ‘merhameti’ bugünkü siyasete yol gösterir miydi?

    Eğer öyle olmasaydı, bu ülkede insanlar bir birlerine ‘Ermeni’ diye küfrederler miydi?

    Hiç unutmam, 1978’de üniversitede okurken Yılmaz Güneyin o yıl gösterime giren ‘Sürü’ filmini izlemek üzere İstanbul Çemberlitaş Sinemasına gitmiştim. Birinci perdeden sonra verilen arada sigara içmek için çıktığım salonun bir köşesinde iyi giyimli iki hanım arasında geçen ve gördükleri karşısında düştükleri şaşkınlığı ifade eden, bu nedenle de kötü niyetli olmadığına inandığım bir konuşmaya tanık olmuştum. Otuzundaki kızıl saçlı hanım, tablodaki yerinden kalkıp sinema salonuna gelmiş bir resim kadar güzel olan beyaz tenli, dalgalı siyah saçları olan hanıma ‘hani bunlar tezek yiyordu, baksana tezekleri ekmek pişirmek, su ısıtmak için yakıyorlar’ demişti. Kanımı donduran bu aşağılamaya hiçbir tepki göstermeden salondaki yerime gittim. O hanımlar hiç farkına varmadan yargıladıkları önyargılarıyla ve yine hiç farkına varmadan beni önyargılarıma karşı uyarmışlardı.

    Eğer egemenleri durdurmak istiyorsak öncelikle onların eğitim anlayışlarının zehirli okları olan önyargılarımızı yok etmek gerektiğini biliyorum. Çünkü önyargılarımız egemenlerin ekmeğine yağ sürercesine halen emeğin ve inançların talanında tetikçilik ediyor.

    Ve biliyorum ki anımdaki o iki hanım ve onlar gibi binlercesi kötü değillerdi. Onlar kötü niyetli bir eğitimin kurbanıydılar.

    Ne yazık ki bu toprakları zehirleyen kötü niyetli eğitimin mimarları aslında Türk olmayıp resmi ideolojinin Türkleştirdiği misyonerlerdi. O paralı kalemler yalan şeyler yazıp masum insanları başka masum insanlara karşı insanlık dışı önyargılarla büyütmüşlerdi. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde görev yapan ve inançlarından kovulmuş bu misyonerler o yöreyle ilgili anılarını o halkı aşağılayan öykülerle süsleyip akşam sofralarının sohbetlerine ve okullardaki ders kitaplarına taşımışlardı.

Wordpress Haber Teması Tasarım ve Programlama: Bilgin